Teşhir
Salt Galata, Salt Beyoğlu
1851’de Londra’da gerçekleştirilen “Tüm Ulusların Endüstri Üretimlerinin Büyük Sergisi”, bu alanda ilk uluslararası sergi olmasının yanı sıra, ileride “dünya fuarı” olarak anılacak yepyeni, son derece görsel ve bir o kadar da karmaşık fenomenin çıkış noktasıydı. “Büyük Sergi”nin akabinde dünyanın her yanından şehirler, olağanüstü kalabalıkları, zorlu organizasyonları ve kapsamlı kentsel dönüşümleri göze alarak bu muazzam teşhire ev sahipliği yapma yarışına girdi. Dünya fuarları, kalıcı olmamalarına karşın anıtsal ölçekte düzenlenmeleri nedeniyle içerik ve uygulama bakımından çelişkili mega sergilerdi. Geleceğe iyimser bakış, bilimsel gelişme ve ticari başarı kavşağında konumlanıp bilgi sınıflandırması, üretimi ve sunumuna ortam sağladılar; yer yer de mevcut bilginin çarpıtılması ve hatta yok edilmesine yol açtılar. Dünyanın hiyerarşik yapısının plana döküldüğü dinamik etkileşim alanları olarak gezip izlenerek okunacak birer metin hâline geldiler.
Dünya fuarlarının tartışmalı miraslarından biri, muhtemelen bu sergilerle ortaya çıkan ve yıllar yılı teşvik edilmiş olan “dünyaya bir resme bakar gibi bakma” eğilimidir. Teknolojik gelişmelerden sanat eserlerine, tüketim ürünlerinden mimari sembol niteliğinde ihtişamlı yapılara, dünya fuarlarının bir araya getirdiği ilke ve ideal temsilleri tam bir “ibretiâlem”di. 1889 Paris Dünya Fuarı için inşa edilen dövme demir Eyfel Kulesi, yeryüzünün en yüksek yapısı olarak benzersiz şehir manzaraları sundu. 1939 New York Dünya Fuarı’ndaki canlı yayın, kitleleri televizyonla tanıştırdı. İlkel olarak addedilen insanların “etnolojik sergi” adı altında hayvanat bahçesine benzer bir ortamda teşhiri, 1958’deki Brüksel Expo’sunda dahi bir Kongo Köyü canlandırması olarak kendine yer buldu. Soğuk Savaş’ın etkilerinin çok yoğun hissedildiği bu fuarda Sovyetler Birliği’nin Sputnik sunumuyla başlayan uzay yarışı, 1970’teki Osaka Expo’sunda Amerika Birleşik Devletleri’nin Ay’dan bir taş örneği sunmasıyla devam etti. Ulusların endüstri, teknoloji ve kültür alanlarında kaydettiği ilerlemeleri öne çıkardığı dünya fuarları, aynı zamanda, sergi düzeni içerisinde toplumsal sınıf, ırk, etnik köken, cinsiyet, ulusçuluk, sömürgecilik ve emperyalizm kavramlarının somutlaşıp görünürlük kazandığı arenalardı. İzleyicilerde hoşnutsuzluk yaratan bir gösteri, hükûmetlerin propaganda araçları, bir ülke ya da şirketin teknolojideki başarısı ya da “yalnızca” ansiklopedik bilgi; fuarlardaki her şey, hem eğitmeye hem de eğlendirmeye dayalı bir çerçevede kamuya açılan birer resim gibiydi. Soyut kavramlar, uluslara ayrılan mikrokozmoslarda teşhirle vücut bulmaktaydı.
Bilgiyi dolaylı bir deneyime dönüştüren dünya fuarları, modernliği övmekle kalmayıp en büyük emsallerinden biri olarak şekillendirildi. Zaman ve mekânı sıkıştırarak “sergilemek” ve bu çizili sınırlar dâhilinde “izlemek” modernliğe dair belirleyici yöntem olageldi. Küresel kapitalizm çağının ideal bir ürünü olan dünya fuarı, Expo adıyla 21. yüzyılda da varlığını sürdürüyor. Ne var ki çıkışı ve gelişimine vesile süper güçlerin şehir merkezleri yerine uluslararası ilgi, itibar ve sermaye akışı peşindeki ülkelerin odağında bulunuyor. Söz konusu modelin daha az görünür olmakla birlikte eş değer önemdeki tezahürleri arasında ayrıca, sanat bienalleri, mega spor etkinlikleri, gezici festivaller ya da mesela “hızlı” turizm gibi büyük oranda deneyim ekonomisine dayalı etkinlikler yer alıyor.
SALT’ın uzun süreli program serisi Teşhir, konuşma, gösterim ve sunumlarla inceleyeceği bu mirası dünya fuarının sürümdeki karşılıklarıyla bağlantılandıracak. Teşhir kapsamında, çeşitli araştırma materyalleri aracılığıyla bakmak, izlemek, sergi yapımı ve temsil konuları üzerine tartışmalar açılarak sergilerin iletişim ve fikir alışverişi için neden hâlâ başlıca araç ve ortamlardan biri olduğu sorgulanacak.
Ahmet A. Ersoy’un 3 Nisan’da SALT Galata’da yapacağı Yerelliğin Pazarlanması: Osmanlılar 1873 Viyana Dünya Sergisi’nde başlıklı konuşmasıyla başlayan Teşhir, Türkiye’nin Expo 58 katılımı hakkında iki programla sürecek. Selda Bancı,
konuşmasında Türkiye Pavyonu’ndaki yerleşik ulusal temsil politikalarını irdelerken Johann Pillai, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kayıp mozaik duvarının Brüksel’den Lefkoşa’ya uzanan çetrefilli hikâyesi üzerine yürüttüğü araştırma ve sergi projesini anlatacak. Teşhir‘in ayrıntılı ilkbahar ve sonbahar takvimleri, SALT Online web sitesi ve sosyal medya kanallarında duyurulacak.
Bu program serisi, Duygu Demir’in katkısıyla hazırlanmıştır.
Dünya fuarlarının tartışmalı miraslarından biri, muhtemelen bu sergilerle ortaya çıkan ve yıllar yılı teşvik edilmiş olan “dünyaya bir resme bakar gibi bakma” eğilimidir. Teknolojik gelişmelerden sanat eserlerine, tüketim ürünlerinden mimari sembol niteliğinde ihtişamlı yapılara, dünya fuarlarının bir araya getirdiği ilke ve ideal temsilleri tam bir “ibretiâlem”di. 1889 Paris Dünya Fuarı için inşa edilen dövme demir Eyfel Kulesi, yeryüzünün en yüksek yapısı olarak benzersiz şehir manzaraları sundu. 1939 New York Dünya Fuarı’ndaki canlı yayın, kitleleri televizyonla tanıştırdı. İlkel olarak addedilen insanların “etnolojik sergi” adı altında hayvanat bahçesine benzer bir ortamda teşhiri, 1958’deki Brüksel Expo’sunda dahi bir Kongo Köyü canlandırması olarak kendine yer buldu. Soğuk Savaş’ın etkilerinin çok yoğun hissedildiği bu fuarda Sovyetler Birliği’nin Sputnik sunumuyla başlayan uzay yarışı, 1970’teki Osaka Expo’sunda Amerika Birleşik Devletleri’nin Ay’dan bir taş örneği sunmasıyla devam etti. Ulusların endüstri, teknoloji ve kültür alanlarında kaydettiği ilerlemeleri öne çıkardığı dünya fuarları, aynı zamanda, sergi düzeni içerisinde toplumsal sınıf, ırk, etnik köken, cinsiyet, ulusçuluk, sömürgecilik ve emperyalizm kavramlarının somutlaşıp görünürlük kazandığı arenalardı. İzleyicilerde hoşnutsuzluk yaratan bir gösteri, hükûmetlerin propaganda araçları, bir ülke ya da şirketin teknolojideki başarısı ya da “yalnızca” ansiklopedik bilgi; fuarlardaki her şey, hem eğitmeye hem de eğlendirmeye dayalı bir çerçevede kamuya açılan birer resim gibiydi. Soyut kavramlar, uluslara ayrılan mikrokozmoslarda teşhirle vücut bulmaktaydı.
Bilgiyi dolaylı bir deneyime dönüştüren dünya fuarları, modernliği övmekle kalmayıp en büyük emsallerinden biri olarak şekillendirildi. Zaman ve mekânı sıkıştırarak “sergilemek” ve bu çizili sınırlar dâhilinde “izlemek” modernliğe dair belirleyici yöntem olageldi. Küresel kapitalizm çağının ideal bir ürünü olan dünya fuarı, Expo adıyla 21. yüzyılda da varlığını sürdürüyor. Ne var ki çıkışı ve gelişimine vesile süper güçlerin şehir merkezleri yerine uluslararası ilgi, itibar ve sermaye akışı peşindeki ülkelerin odağında bulunuyor. Söz konusu modelin daha az görünür olmakla birlikte eş değer önemdeki tezahürleri arasında ayrıca, sanat bienalleri, mega spor etkinlikleri, gezici festivaller ya da mesela “hızlı” turizm gibi büyük oranda deneyim ekonomisine dayalı etkinlikler yer alıyor.
SALT’ın uzun süreli program serisi Teşhir, konuşma, gösterim ve sunumlarla inceleyeceği bu mirası dünya fuarının sürümdeki karşılıklarıyla bağlantılandıracak. Teşhir kapsamında, çeşitli araştırma materyalleri aracılığıyla bakmak, izlemek, sergi yapımı ve temsil konuları üzerine tartışmalar açılarak sergilerin iletişim ve fikir alışverişi için neden hâlâ başlıca araç ve ortamlardan biri olduğu sorgulanacak.
Ahmet A. Ersoy’un 3 Nisan’da SALT Galata’da yapacağı Yerelliğin Pazarlanması: Osmanlılar 1873 Viyana Dünya Sergisi’nde başlıklı konuşmasıyla başlayan Teşhir, Türkiye’nin Expo 58 katılımı hakkında iki programla sürecek. Selda Bancı,
konuşmasında Türkiye Pavyonu’ndaki yerleşik ulusal temsil politikalarını irdelerken Johann Pillai, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun kayıp mozaik duvarının Brüksel’den Lefkoşa’ya uzanan çetrefilli hikâyesi üzerine yürüttüğü araştırma ve sergi projesini anlatacak. Teşhir‘in ayrıntılı ilkbahar ve sonbahar takvimleri, SALT Online web sitesi ve sosyal medya kanallarında duyurulacak.
Bu program serisi, Duygu Demir’in katkısıyla hazırlanmıştır.